Acı Reçete’den (Side Effects) sonra sinemayı bıraktığını söyleyen Steven
Soderbergh’in dönüşü neyse ki çok uzun sürmedi. Dört yıllık aranın ardından
Şanslı Logan’ı yöneten Soderbergh bu süre içerisinde televizyona yaptığı Behind
the Candelabra ve The Knick ile ödüller ve övgüler toplamaya devam etti. Ancak
bu dört yılın öncesinde usta yönetmenin çok da formunda olduğu söylenemezdi.
Özellikle 2000’lerin başından itibaren - bazen yılda iki film bile çektiği oldu
– farklı türler arasında gezinen Soderbergh eski günlerinden oldukça uzaktaydı.
Şanslı Logan bu anlamda iyi bir dönüş hatta “yeni bir başlangıç” sayılabilir.
Şanslı Logan, Soderbergh’in soygun filmleri koleksiyonun (Out of Sight ve
Ocean’s serisi) yeni bir parçası. Dolayısıyla türün klişelerini ve hikaye formüllerini
çok iyi bilen Soderbergh için biçilmiş kaftan olduğunu söylemeye gerek yok. Jimmy,
Clyde ve Mellie Logan kardeşlerin hikayesini anlatan Şanslı Logan’ın merkezinde
lanetli olmalarıyla nam salmış Logan ailesinin en büyüğü Jimmy var. Kariyerinde, evliliğinde, hayatının
her alanında dibe vurmuş bir karakter Jimmy. Son işinden de aksayan ayağı
nedeniyle kovulan Jimmy’nin tek çıkış planı imkansız görünen bir soygundur.
Soderbergh Ocean’s serisinde iyi işleyen şablonları bir kez daha
kullanıyor. Düşmüş bir adamın hayatını rayına sokmak ve bir nevi şanssızlığını
kırmak için seçtiği yol Danny Ocean’ın intikam hikayesinden çok da farklı değil
aslında. Ocean’s serisindeki şık elbiseler, lüks hayatlar içerisindeki şehirli cool
karakterlerin yerine bu kez taşralı, loser karakterlerden kurulu bir ekip
(Irak’tan kolunu kaybederek dönen kardeş, hapisteki Joe Bang ve onun şapşal
kardeşleri) yer alıyor belki ama ikisi de geri dönüş hikayesi. Ocean’s serisinde
yan karakterlerle birlikte yer yer hissedilen absürt mizah anlayışı Şanslı
Logan’da daha belirgin bir şekilde filmin dilini oluşturuyor. Ve son olarak imkansız
görünen soygun planları. Ocean’s serisinin üç filminde (İkisinde kumarhane
diğerinde müze) olduğu gibi yine seyircinin duyduğu anda nasıl gerçekleşeceğini
merak ettiği, imkansız görünen, karmaşık, detaylı ve içinde sürprizler
barındıran bir soygun planı hikayenin taşıyıcı öğesi.
Şanslı Logan’da Jimmy’nin ve soygunun önünde çok fazla engel olmaması ise hikayenin
en zayıf noktası sayılabilir. Soygun ne kadar karmaşık ve zor olursa olsun
öncesi ve soygun sırasında meydana gelen küçük aksaklıklar dışında her şey
sorunsuz işliyor. Ocean 11’deki Terry Benedict gibi bir intikam nesnesi ya da
Ocean’s 12’deki François Toulour gibi bir rakip ya da Aşk ve Para’daki gibi bir
aşk hikayesi ve FBI gibi tehdit unsuru olmadığı için çatışmalar sadece aile ve
ekip içerisinde sıkışıyor. Soderbergh’in hikayenin tonu ve yarattığı dünya
açısından bunu bilinçli olarak tercih ettiğini anlamak zor değil. Sylvia
karakteriyle romantizme göz kırpsa da geri planda tutuyor, Jimmy’nin eski eşi
ve onun kocası üzerinden çatışmayı kullanmayı tercih etmiyor. Polisiye kısmı
ise sadece son bölümde kullanıyor. Yine de tüm bu anlaşılır tercihlerin yerine hikaye
birkaç Soderbergh numarasına ihtiyaç duyuyor.
Usta yönetmen Amerika’ya ait arka plandaki motifleri soygun hikayesine
yedirirken en çok yarattığı zıtlıktan güç alıyor. Bir tarafta Amerikan rüyasına
ulaşmak, varlıklı ve başarılı bireyler olmak için kısa yolu yani soygunu seçen
karakterler diğer tarafta Amerikan marşı ve bayrağı altında dağılmış aile
portresi; bir tarafta savaştan “gazi” olarak dönmüş kimsenin umursamadığı bir
“kahraman” diğer tarafta büyük markaların sponsorluğundaki yarışlar, gösterişli
kalabalıklar... Ve tüm bunlar üzerinden işleyen alaycı bir mizah.
Soderbergh’in - bir kez daha - yıldız oyunculardan oluşan kadroyu dengeli
bir şekilde yönettiği Şanslı Logan, kendini ciddiye almayan ama vaat ettiği
eğlenceyi yerine getiren zekice yazılmış bir soygun filmi.
(Arka Pencere)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder